İstanbul Taksimden başlar, tam o tünelin yanından aşağı salındığın yokuştan. Başladığı yerde de biter. Fare deliğidir Tünel 'Biliyor musun dünyada ki en eski ikinci tünel burası?'
Birinciyi hiç merak etmiyorum artık. Nerede? Kim gider? Uzunluğu ne kadar? bunların önemi yok. Ben hep ikincisinin beni götürdüğü yerdeyim. Bir ucu mavi, balıkçısı, mayısta tekiri, aralıkta çinakopu, diğer ucunda düşkünü, bilgesi, akıllısı, delisi, yenicisi, eskicisi.
Kim karar verdi yaşamama? Ölmeme karar verecek olan kim? Yeni kararların dahil olamadığım yanları, eski ve hatalı kararların yakışıksız duruşu. Ben tanrıyla kavgalı olduğumdan olsa gerek hep yanlış kararlar. Ne zaman kale önünde dursam kalkan ofsayt bayrağı. Diğer oyuncuların ne önündeyim ne arkasında aslında. Ben tam o sıra senin yanındayım ki senin bir adım gerinle, hakemin kararı bu yönde.
Beşiktaş sahilinden saldığım kağıt gemilere yükledim sevgi cümlelerini. Boğazda yalpalanarak parçalanan, götüm götüm yalpalayan yalpaladıkça Üsküdar motorları arasında gidip gelen, geldikçe duvara çarpan, sonra eriyen, hiç duyuramadığım siktiğiminin boğazına takılmış kalan. Öksürdükçe Kız Kulesini parçalayan, Ovidius'un uykusunu kaçıran.
Şimdi oturduğum yerden yıldızlar kayıyor. Dilekler diliyor, aşklar, gelecekler, biraz nakit dilenenler. Oysa biliyorum ki uzayda bir taş sadece yer değiştiriyor. Gök göğsünde taş sektiriyor, insan hayali siktiriyor. Gök oyun oynuyor, tanrı taşak geçiyor, peygamberler gülüyor. Zaten o gölün altından uzanan minare en çok sevenlerin bir taraflarına batıyor.
Sahi yeldeğirmenleri vardı değil mi? Rüzgar gülleri? He bir de uzun zaman önce unuttuğum Eros ve bebek tasviriyle anlatılmış bok yüzlü melekleri.
Şimdi paslı bir bıçağın üstünde uyuyorum. Sırtımda karınca ısırıkları, tabağımda hayvan pislikleri, bilmem kaçıncı kez aynı şarkı, aynı nakarat, gece, duvara çarpan sevişme sesleri komşuların, unutulmuş ayarsız çalar saat. Midem bulanıyor, sol yanım uçurum oraya bana ayır sen sağına yat.