2 Ocak 2013 Çarşamba

Ka.Rar'ına Saygım Var.zip

Felçli bir hasta gibi uzandım yatağa, ağır aksak pili zayıf bir saat gibi. Sustu kafamdaki sesler, hiçbir sözlükte tarifi olmayan bir sancı bu. Başladığı noktadan bu yana koşan çocuğun düştüğünü hissettim içimde bir yerde. Dizinde sağlık ocağına gitmeyi gerektirmeyecek azarlanarak pansumanı annesi tarafından yapılacak bir yaraya sahip. Kopardıkça yanan, yandıkça tükürüğüyle kabuğunu tekrar yapıştırmaya çalıştığı milyondan biri.
İstanbul Taksimden başlar, tam o tünelin yanından aşağı salındığın yokuştan. Başladığı yerde de biter. Fare deliğidir Tünel 'Biliyor musun dünyada ki en eski ikinci tünel burası?' 
Birinciyi hiç merak etmiyorum artık. Nerede? Kim gider? Uzunluğu ne kadar? bunların önemi yok. Ben hep ikincisinin beni götürdüğü yerdeyim. Bir ucu mavi, balıkçısı, mayısta tekiri, aralıkta çinakopu, diğer ucunda düşkünü, bilgesi, akıllısı, delisi, yenicisi, eskicisi. 
Kim karar verdi yaşamama? Ölmeme karar verecek olan kim? Yeni kararların dahil olamadığım yanları, eski ve hatalı kararların yakışıksız duruşu. Ben tanrıyla kavgalı olduğumdan olsa gerek hep yanlış kararlar. Ne zaman kale önünde dursam kalkan ofsayt bayrağı. Diğer oyuncuların ne önündeyim ne arkasında aslında. Ben tam o sıra senin yanındayım ki senin bir adım gerinle, hakemin kararı bu yönde.
Beşiktaş sahilinden saldığım kağıt gemilere yükledim sevgi cümlelerini. Boğazda yalpalanarak parçalanan, götüm götüm yalpalayan yalpaladıkça Üsküdar motorları arasında gidip gelen, geldikçe duvara çarpan, sonra eriyen, hiç duyuramadığım siktiğiminin boğazına takılmış kalan. Öksürdükçe Kız Kulesini parçalayan, Ovidius'un uykusunu kaçıran. 
Şimdi oturduğum yerden yıldızlar kayıyor. Dilekler diliyor, aşklar, gelecekler, biraz nakit dilenenler. Oysa biliyorum ki uzayda bir taş sadece yer değiştiriyor. Gök göğsünde taş sektiriyor, insan hayali siktiriyor. Gök oyun oynuyor, tanrı taşak geçiyor, peygamberler gülüyor. Zaten o gölün altından uzanan minare en çok sevenlerin bir taraflarına batıyor. 
Sahi yeldeğirmenleri vardı değil mi? Rüzgar gülleri? He bir de uzun zaman önce unuttuğum Eros ve bebek tasviriyle anlatılmış bok yüzlü melekleri. 
Şimdi paslı bir bıçağın üstünde uyuyorum. Sırtımda karınca ısırıkları, tabağımda hayvan pislikleri, bilmem kaçıncı kez aynı şarkı, aynı nakarat, gece, duvara çarpan sevişme sesleri komşuların, unutulmuş ayarsız çalar saat. Midem bulanıyor, sol yanım uçurum oraya bana ayır sen sağına yat.

1 Ocak 2013 Salı

Sadece Tanrı Biliyor


 Bulutları izledi bir süre, beyaz ve anlamsızdı. Tavşana, kuşa, ata, göte hiçbir sike benzemiyordu. Gökyüzü zaten yeşilden çalma bir türkuaz rengine bürünmüştü. Tanrının bir yerler de olabilme ihtimali de yoktu. Uzayın ardında siyahın en siyah olduğu yerde melekler oturuyordu. İşsiz güçsüz orospu melekler. Babasının gırtlağına dayadığı bıçak ile çıkageldi çocuk. Bir şans daha vermezseniz babamı keserim diye bağırdı boşluğa. Tanrı iki gezegen büyüklüğü taşaklarını sallayıp geçti. Çocuk babasının gırtlağına dayadığı bıçağı ademciğine saplayıp akıttı yeşil kanını. Birbirimize benzemiyoruz ateşten,topraktan,spermden,maymundan,sırtta bir tohumdan,götte bir pireden,yırtık bir prezarvatiften, şapkadan doğduk geldik.
 Ya ölenin ardından ağlayanlar. Haklarınızı helal ediyor musunuz diye bağırdı çocuk mezarlığa. Çam ağaçlarının içine. Mermer taşlarda yankılandı ses, üç kez tekrarlandıktan sonra bir köpek hırlaması, bir kaç köpek havlaması. Çocuk tekrar bağırdı, haklarınızı helal ediyor musunuz? Yağmur başladı, mezarların çatlamış toprakları kapandı. Ölüler abdestlendi, cenabet ölen kimse kalmadı. Çocuk bağıracak oldu, gökkuşağını gördü. Yağmur dindi. Elini yırtık cebine dokup ıslık çaldı çocuk. Ölüler eşlik etti. Çocuk siklemedi.
  Yılbaşı gecesiydi. Elinde grosmarket poşetiyle yürüdü adam. Gros,hiper,süper,bakkal ayırt edemez kafası bulandı. Umursamadı. Akşam TV'de ne vardı? diye düşündü. Eskiden gazete ekleri vardı sahi dedi. Gün gün ne varsa orada yazardı. Ne zaman eline geçse geçen haftanın olurdu. Gülümsedi. Köşeyi döndüğünde elinde bir ceset, çocuk çıktı karşısına. Bir kaç adım görmemezlikten geldi. Sonra karşı kaldırıma geçti. Çocuk seslendi adama Buradan geçti mi hiç ölüler? Adam korkuyla hızlandı, yırtık poşetten bir kaç meyve yuvarlandı. Çocuk koşmaya başladıkça adam hızlandı. Yerde ki elmayı alıp bağırdı çocuk 'Helal et!' adam ara sokaklarda kaybolmaya başladığında tekrarladı çocuk 'Helal et!'. Adam kayboldu. Yokluğa bağırdı çocuk 'Helal et!'. Elmayı ısırdı elinde ki cesedi bırakıp. Ceset kaldırıma vurunca torpil gibi patladı. Isırdı elmayı, tadı güzel ve sulu. Cesedi siklemedi.
 Taksinin silecekleri iğrenç sesler çıkarıyordu. Aşınmış olmasındandır diye düşündü yolcu. Şoför alışmış gibiydi hiç duymuyordu kulağını tırmalayan bu sesi. Radyo'da yeni yılın ilk hediyeleri bizden diye basbas bağırıyordu programın sunucusu. Arayanlar ismini söylüyor ardından frekansı bağırıyordu. En güzel bağırana bilmem kaç metrekare halı, fransız markalı makyaj seti, sikli soklu özellikli telefonlar veriyordu. Telefonu duyan her dinleyici yavrusunu kaybetmiş anne ayı gibi böğürüyordu. Tabi bunlar taksiciyi hiç ilgilendirmiyordu. Trafikte sıkılmış bir boşluk bulup ara sokaklarda otoban hızında gitmek istiyordu. Işıklarda sağa dönen ara sokağın kavşağını görünce sabırsızlığı artırıyor bıyıklarının altında belli belirsiz ağzından beyaz tükürükler saçarak kudurmuş bir hayvan gibi seviniyordu. Bir kaç dakikaya kalmadan girdi ara sokağa. Ayağına taş bağlamışlar gibi yüklendi gaza. Çocuk tam karşıda duruyordu. Sokağın orta yerinde elmasını yiyordu. Adam çocuğa öyle bir hızla çarptı ki sileceklerin iğrenç sesi susmuş burnu, saçlarının olduğu bir et parçası, ve bir kaç parmak sallanıyordu camda. Şoför arkaya dönüp bana baktı. Görmemiş gibi yapıp yanımda oturan tanrıyla konuşuyormuş gibi yaptım. Hızlandı, silecekleri de öyle. Siklemedi