3 Nisan 2013 Çarşamba

YAPININ ÜZERİNE YAZILAN NOTALAR -




YAPININ ÜZERİNE YAZILAN NOTALAR

‘Beyaz tahta panjurlarına gün ışığı vurmaya başladığında, veranda da ayak sesleri duyuldu.
Çardakta akşamdan kalma rakı kadehleri toparlandı. Masada ki sofra bezi bahçenin özensiz
büyümüş çiçeklerinin rengi ile hoş bir ahenge büründü. Adanın beyaz ahşap evlerinin en
büyüğünden birisi idi burası. Yıllar önce yapıldığını kanıtlayacak kadar yaşlı ev sahipleri
vardı. Bu tahta merdivenlerinde aksak giden adımlar ve çıkan sesler muhtemel yaşlarını da
ele veriyordu. İğnesini bile bulmak için sahaflar çarşısında yarım gün gezdiğim gramofondan
yayılan tamburun sesi bir Yeşilçam klasiğini andırıyordu. Az sonra kapıları açılıp Küçük
Hanım sevinçle kahvaltı sofrasına koşacaktı.’

Bu hikâye’de beklediğinizden daha farklı bir şey olmadı aslında. Binanın tahta verandası,
bulunduğu yer, çardağı, çiçekli bahçesi ve adalar. Bir sağırın bile duyabileceği o ses bu
rutubetli müziği fısıldayacaktı. Sokakta yürürken gördüğünüz her binanın cumbası, rengi,
şekli size bir armoniyi hatırlatmıyor mu?

Nejat Yavaşoğulları müzisyen ve mimar. Kaynak arayışımda bana en çok katkı da bulunan da
onun sözleriydi çünkü ilk etapta bende koşulsuz olarak mimari ve müziğin birbiri ile ilişkisine
inanıyordum. Fakat şu sözleri ile aslında bir soru sormama sebep oldu.

‘Mimarlık ve müzik arasında bir ilişkinin olduğu varsayılıyor hep. Hatta bu ilişki ile ilgili bir
takım matematiksel formüller bile geliştirilmiş. Geçenlerde mimarlık ve malzeme dergisinden
okuduğum bir yazıya göre, Gamlar birbirine bölünmüş, bir takım oranlar çıkmış ortaya...

Aslında gerçekten müzik ve mimarlık arasında bir ilişki var mı, yoksa bizler mi bu benzerliği
zorlayarak kuruyoruz bilmiyorum. Örneğin, Avrupa’daki Barok döneminin mimarisi ve
müziği arasında da ilişki kurulur. Dönemin mimarisindeki heykele yakın kabartmalar ve
detayların, Barok müzisyen Bach’ın müziğindeki ince melodilere ve süslemelere denk
düştüğü söylenir.

Aynı çağda, aynı ruh haliyle yaşayan ressamların, müzisyenlerin, edebiyatçıların, mimarların
ve hatta bütün insanların benzer eğilimleri taşımaları normal. Nasıl ki “yapısalcılık”
edebiyatta da mimarlıkta da varsa, “fusion” hem mimarlıkta hem gastronomide karşılığını
buluyorsa, Barok müziği ile Barok mimarisi birbirine benzeyebilir. Fakat önemli olan var
olan bu benzerliklerin dönemlerden kaynaklanan benzerlikler mi, yoksa temel benzerlikler
mi olduğu. Bunlar dönemsel özellikler de iki disiplin arasında ilişki kurmak için biz mi
zorluyoruz yoksa? Bilmiyorum.’

Dönemin getirilerinin her ikisine de yansımış olduğunu düşündüğümüzde. Mimarlık ve Müzik
dönemsel etkilerden beslenen ve o dönemde ki mimariye ait bir hikâye de duyulan müziğin
mimariyi değil de dönemi yansıttığını söyleyebiliriz.

Peki, bu zorlamayı bir kenarı koyduğumuz da?

‘ Mimari müziğin donmuş halidir.’ Goethe

Müziği mimari ile aynı temelde görenlerin ise sebepleri ;

•Toplumsal kaygılar
•Yaratıcılık - Yenilik
•Sürdürülebilirlik
•Çağdaşlık (çağdaş bir mimarlık dili)
•Kimlik
•Çevreyle bütünleşme, çevreyle barışıklık
•Estetik değerler (mekânsal ve plastik değerler)
•İç-dış uyumu
•Strüktür değerleri
•İşlevsel kalite
•Ekonomik çözümler

Bu sebepler ile müzikte de mimaride de aynı temeller üzerinden yapıtlar inşa edilmektedir.
Müziğin toplumsal kaygısı, yaratıcılığı ve yeniliği, sürdürülebilirliği bir yapının üzerine
işlenebilir. Dönemler içerisinde yok olan bu kaygılar ile dejenere olan müzik gibi yapılarında
çirkin mimariye ulaşması dönemin getirisi değil midir? Tıpkı Nejat Yavaşoğulları’nın da
söylediği gibi.

Geçmişte ki kaynaklarda sanatçıların bu bağı kurması dönemin bir getirisi olabilir.

Ünlü siyaset adamı Sir William Churchill, “Biz binalarımızı biçimlendiririz, sonra
da onlar bizi biçimlendirir” (1). Churchill mimarlığın kişileri, hattâ giderek toplumu
biçimlendirilmesindeki etkisine değinmiş oluyor. Churchill’in deyişinde hiç kuşkusuz,
estetik de söz konusu. Buna ben de, “Kötü mekânda iyi insan yetişmez” diyerek katılıyorum.
Bu anlayışı daha da ileri götürenler var. Örneğin Fransız yazar Astolphe de Custine’e
(1790-1857) göre “Mimarlık, ulusların fizyonomisidir.” İşin kentsel-toplumsal boyutuna
ünlü Fransız yazar Victor Hugo (1802-1885) da değinmiş: “Bir ev sahibine aittir, ancak
cephesi herkesi ilgilendirir” (2). Doğal ki, hemen sormak gerekiyor: yalnızca cephesi mi?
Ya yerleşme şekli, formu, boyutları, çevresine, çevre dokusuna saygısı? Bunlar da herkesi
ilgilendirmez mi? Yine Victor Hugo, “Mimarlık, insanlığın büyük kitabıdır…” “Mimarlığın
yazdığı kitabın sayfaları sürekli olarak çevrilmeli ve ona hayran kalınmalıdır” diyor (3).

Toplumsal kaygı taşıdığı takdirde ve estetiği koruduğunda her iki dalda birbiri gibi
büyüleyici eserler bırakabiliyor. Dönemin zorundalığı olsun olmasın. Umarım her dönem bu
zorundalıkları taşıma ihtiyacı duyan bir toplumda yaşayabiliriz.

Notlar (Kaynak) :

1.“We shape our buildings; thereafter they shape us.” W. Churchill.
2.Claude Mignot, Grammaire des Immeubles Parisiens, Parigramme, 2004, s.2.
3.Victor Hugo, Notre Dame de Paris, 1831.



Hazırlayan: Cüneyt Avcı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder