13 Kasım 2012 Salı

Sinema'da Pişmanlık Yaşama



Merhaba;

Azınlığınız düzenli, bir çoğunuz haftanın en güzel vakitlerinde sevdiğinizle ya da arkadaşlarınızla gidiyorsunuz sinemaya. Gittiğiniz filmin afişi,oyuncusu,yönetmeni sizleri kandırabiliyor. Gişe yapması ve para kazanılması mutlak olarak değerlendirilen bu filmlerde zaten 2.sınıf müzisyen tayfası ya da kendilerini komik sanan zorlama adamları afişte görebilirsiniz. Bu tür filmler güncel komedi yaptığını sanan ya da arabesk aşk edebiyatı parçalayan sinema ile uzaktan yakından alakası olmayan şeyler. 
Bunu neden mi anlatıyorum? Aslında gayet basit. Çok paranız yok, zamanınız değerli. O halde her hafta bu ayarsizhikayeler.blogspot.com 'da size film önereyim! Elimden geldiğince iyi bir kaç saat geçirmenizi sağlayayım.

1 - Bulut Atlası : Bu ay izlenebilecek en önemli film. Tom Hanks ve Halle Berry sanırım yeterli isimler. Ayrıntıları merak edenlere ise : http://www.beyazperde.com/filmler/film-143067/

2 - Frankenweenie : Aslında birinci sıraya koyacaktım ama Tim Burton manyaklığım ortaya çıkar diye yapamadım. Filmi bende daha izlemedim ama tahmin etmesi zor değil yönetmenin ismi bile yetiyor. Ayrıntılar için - http://www.beyazperde.com/filmler/film-132661/

3 - The Master (Konu derinliği sevenler dini faaliyetlerin ABD'de 1950'li yıllarda nasıl yayıldığını görebilirler.) Ayrıntılar için http://www.beyazperde.com/filmler/film-176279/

4 - Uzun Hikaye (Osman Sınav şahsi olarak sevmesem de iyi iş çıkaran bir yönetmen) http://www.beyazperde.com/filmler/film-205393/

5 - Toprağın Çocukları ( Bu toprakta yaşayan herkesin izlemesi gereken Köy Enstitüleri üzerinde oynanmış oyunu gözler önüne seren bir film. Zira Erkan Can oynamaktadır.)
http://www.beyazperde.com/filmler/film-200403/

Hee bu arada MARLEY ile Bob Marley'in bilinmeyenlerine gidebilirsin sinema harici müziksever...

Herkese İyi Seyirler...

2 Kasım 2012 Cuma

Bloodstain - 7 (Tamamı ile gerçek bir yalnızlık öyküsü)


Ofiste her şey normaldi. Toplantı bitmiş işlerine doğru gidiyordu herkes. Bir şeyler eksikti ve içimde yaşanan her şeyin bir hayal olduğu düşüncesi vardı. Rüyada gibiydim, algılarım açık ama yaşadığım her an bir anlam ifade etmiyordu. 
İlk müşteri toplantısına girdiğimde karşımda ki adam düzgün giyimli bir konfeksiyon sahibiydi isteklerini anlatırken gözümde küçülüyor işine dair anlattığı ne varsa saçma sapan geliyordu. Bildiğin bir kaç şanslı yatırım ile buraya geldiği açıktı o ise kendini bir bok sanıyordu. Ayağa kalkıp masanın diğer yanından sert bir tokat atarak adamı dövmek istiyordum. Konuştuğu her ne ise dinlemiyor aklımda sadece neden böyle biri ile muhattap olduğum sorusu dönüp duruyordu. 
Görüşme bittiğin de ayağa kalkıp teşekkür ettim. Ne istediğine ya da ne yaptığıma dair en ufak fikrim olmadığı gibi acil bir sigara içme ihtiyacı duyuyordum. Ay sonu olduğundan cebimde ki sigara ve kalan parayı denkleştirmeye çalışıyordum. Akşama içecek hiçbir şeyin olması sinirlerimi bozuyordu. Arabaya bindiğimde Pilli Bebek çalıyordu. Bağırarak söylediğim şarkının sonunda yoldaydım. İkinci görüşmenin birincisinden pek bir farkı yoktu. Nedense hiç bir şey konuşulmamasına rağmen bütün günü orda tükettim. Eve giderken sadece iki bira ve sigara alacak param vardı. Umarım o krizlerden birini yaşamadan sızabilirdim...
Ve sessiz bir hastalık yürüyor beynime.

Bloodstain - 6 (Tamamı ile gerçek bir yalnızlık öyküsü)


Hayatımın sona ereceğini defalarca düşündüm. Kendi ellerimle gelecek bir ölüm olacaktı, belki de hiç beklemediğim anda bir silah patlayacaktı yanımda, ya da arabayla bir bariyeri paramparça edecektim. Sebebi ne olursa olsun ölümün çok yakında olduğunu hissettiğim anlarda daha güçlü bir hal alıyorum. Eksik kalmış bir çok şey varmış diyerek hayatımda ki eksikleri bulmaya çalışıyorum. 
Ölümün çok yakın olduğu yanlarda ölü yakınlarımın, arkadaşlarımın yüzleri geliyor aklıma. Depremde enkazdan çıkardığımız insan cesetleri. Torbalara koymaya çalışırken kırık kemiklerine dokunduğum insan yüzleri geliyor aklıma. 
Ayağa kalkmaya çalışıyordum. Klozetten kafamı çıkarıp sırt üstü uzandım dar banyoda soğuk yere. Kadın çoktan gitmiş olmalıydı. 
Ayağa kalktığımda aynada biraz kendimi izledim. Kaşımın üstünde ufak bir morluk vardı ama belli olmuyordu. Sanırım düşerken çarpmış olmalıyım klozete. Saate baktığımda sabah olmaya yakındı. Birazdan işe gidecektim. Suyun altına girip ıslattım kendimi. 
Evden çıktığımda İstanbul keşmekeşi. Radyo'da Boogie Balagan çalıyordu. Herşey aynı başlamıştı işte. Hiçbir farkı yoktu dünden. Değişen görüntüler, değişen silüetler ama hiç değişmeyen içimde ki kargaşa. Uykulu değildim. Banyoda kim bilir kaç saat uyuya kalmıştım. Sürekli gözlerim kapanıyordu yine de. Ofise oldukça yaklaşmıştım. Hafif bir yağmur vardı geç kalmamak için hızlandım. Kağıthane'nin dere taraflarında ki yılan gibi hiç bir boka benzemeyen yollarında köşeyi dönerken trafik durdu. Frene bastım. Herşey çok olağandı aslında normalde biraz kayarakta durması gereken bir araç kullanıyordum. Lastikler durmasına rağmen araba hızını hiç değiştirmeden karşıda ki refüje doğru ilerliyordu. İlk defa bu kadar sakindim. Çünkü aptal bir intihardan daha az üzecekti bu annemi. Trafik kazasına alışkındı belki de babamın ölümünden sonra. Frene basarken kasılan tüm bedenim sanki ölmüş gibi durgunlaştı. Salık verildi tüm hücrelerime. Arabanın sol tekerleği vurdu önce kaldırıma, sonra arka tekeri yavaşça havalandı. Sadece olanları hissetmeye çalışıyordum. Direksiyon sertçe vurdu kendini. Elimden kayıp gitmemesi için sıkıca sarıldığımdan her çarpma anının şiddetini ölçebiliyordum direksiyondan. Biraz sürüklendikten sonra durdu. Herşey normale dönmüştü çoktan. Çevremde ki arabalar yollarına devam etti. İnsanlar şaşkın bakışlarını çekip yürümeye.

Bloodstain - 5 (Tamamı ile gerçek bir yalnızlık öyküsü)


Lise yıllarında yaşadığım bir kaç olay yön verecekti her şeye ama onlara flashback yaparak geri döneceğim ara sıra. Yaşadığım şu saçma sapan durumu anlatmam gerekiyor her şeyden önce.
Yaklaşık iki yıl önce başladı kaçışım insanlardan. Günden güne geriye adımlıyordum yaşantımı. Çok konuşmak bir işkence hali almaya başlıyordu. Uzun zamandan beri kiraladığım evlerde bir mülteci hayatı sürüyordum. Hatta ilk tuttuğum evde bomboş oda da bir yorgan üzerinde uyuyordum tavana bakıp. Yaşadığım şeyleri bir yana koyarsak tavanda oynayan bana dair filmlerde herkes aptalı oynuyordu. Fazlaca zekiydim. Çok kuralları olan ya da sistem üretebilen bir zeka değildi. Daha çok ucu sivri bir bıçaktı zekam. Yaralayan hatta öldüren bir şeydi. Dışarıda insanlar kuralları, okudukları, söyledikleri ile gözümde gittikçe küçülüyordu. Kendimi yalnızlaştırmaya başladığım da sadece onları aşağılıyordum. Çok zeki değildim diyordum kendime sadece onlar fazlaca gerizekalı. Evde genleşen plastik su bidonlarının çıkardığı seslerden başka ses yoktu. Dışarıda havlayan köpeklerin ayak seslerini duyabildiğime inanıyor balkonda ki çamaşır ipinin rüzgarı kesen sesini dinliyordum. 
Sürekli algılarımı açık tutmaya çalışıyor, uyurken bile fazlaca zorluyordum ruhumu uyanık tutmaya. Hep derin bir uykuya dalıyor sonra günün herhangi bir saatinde uyanıp sessizliği dinlemey devam ediyordum. Ta ki bir ses duyana kadar...

Bloodstain - 4 (Tamamı ile gerçek bir yalnızlık öyküsü)

Çocukken hep bir şeyler olabileceğime inanıyordum. İlkokulda sürekli ailesini okulda ki öğretmenlerine anlatan ve taklitler yapan bir piç kurusu idim. Büyüklerin sözlerine girip tokat yiyordum. Kendimce haklıysam sonucu ne olursa olsun dayak yemeyi göze alıp diyeceklerimden geri kalmıyordum. Orta okulda İmam Hatip Lisesi'ni benim tercihim sanıyordum uzun yıllar boyunca. Oysa annemin gizli bir dayatması olduğunu daha sonra öğrendim. Bir şeyler değişiyordu artık ulu orta ailemi anlatmıyordum ama konuşmaktan vazgeçmiyordum. Öyle çok konuşup, boyumdan büyük tartışmalara giriyordum ki. Bu sebeple gittiğim her yerde tarikatlar,vakıflar beni yönlendirip hem çocukluğumu kullanarak, hemde konuşkanlığımı kullanarak bana dergi kitap sattırıyor aynı zamanda kurslarına para toplattırıyordu. Tanrı ile aramız gayet güzeldi aslında o dönemlerde. Siyasilerle tanışıyordum hatta bir keresinde şimdilerde zerre haz almadığım Başbakanla birkaç haber kanalına çıkmış ona soru soruyordum. Tanrı'nın yanında yer aldıkça ödüllendiriliyordum sanki. Fakat yaptığım herşeyin karşılığında para almak beni oldukça tedirgin ediyor. Duygu düşüncelerimin bir bedeli olduğuna inandırılmaya çalışılıyordum. Şimdiler de hepiniz patronların, para sahiplerinin kucağında otururken hem onları gıdıklamayacak laflar sokuyor hem de kendinizi bir bok sanıyorsunuz. Oysa ay sonunu sevişmesi bitmiş bir orospunun sehpaya bırakılacak vizite ücreti gibi bekliyorsunuz. Bu duruma çok küçük yaşlarda karşı koyup dilime geldiğince, biraz da çocukça 'Allahın bana onun adını anıyorum diye sizler aracılığıyla para vermesi saçma.' dediğim gün annem okula çağrılıp yıllarca her öğretmenim tarafından söylenecek o meşhur cümleyi duyması bir dönüm noktasıydı hayatımda. 'Hanım bu çocuğu al bu okuldan, bundan bir şey olmaz.' Bu cümle daha sonraları bir kaç işgüzar yalak ve müfredat bağımlısı öğretmen tarafından daha söylenecekti. Düz bir liseye yazıldığım ilk günlerde kızlara aynı sınıfta okumak beni mutlu ediyordu. Çünkü din eğitimi verilen bir okulda erkeklerin birbirine parmak atmak adı altında götlerini avuçlaması tamamı ile şartların getirisi idi. En azından artık yokluktan birbirinin götünü ellemek için can atan ergenler yerine. Yeni yeni regl olmuş kızların bacaklarına bakıp evde masturbasyon yapabilecektim. Konuşmak vazgeçilmez huyum olduğundan bu bana para kazandırabilir bir şey gibi geliyordu. O zamanlar dinlediğim Kent FM'de ki bir radyo programı (Sonrasın da filmi de yapılan iki yavşak adam) beni bu işe yönlendirdi.
Ve sessiz bir hastalık yürüyor beynime

Bloodstain - 3 (Tamamı ile gerçek bir yalnızlık öyküsü)


Beş ay öncesinden bahsetmeliyim kapıyı açmadan önce. Arabayı park ederken göğüs kafesim daralmıştı. Nefes almakta güçlük çekiyor sürekli terliyordum. Sitenin bahçesinde ki banka uzanıp hem sıcaktan kaçıyor hemde kravatımı söküp nefes almaya çalışıyordum. 
Yanıma telefonla konuşan bir kadın yaklaşmakta olduğundan hızlıca toparlandım. Bu sırada nefesim normale dönüş ama ellerim bir hastalıklı gibi titriyordu. Kadın telefonda ayrıldığı kocasından bahsedip çocuğu yarın ona vereceğini sonrasında da akşama bir şeyler yapabileceğini anlatıyordu telefonda ki kişiye. Neşeli otuz beş-kırk yaşlarında güzel görünümlü biriydi. Görüşmesi bitince selamlaşıp bir sigara yaktı. Evde çocuk olduğundan dışarı da içtiğinden, Amerika'dan geldiğinden, özel ders verdiğinden bahsedip duruyordu. Sonra samimi bir arkadaş gibi beni dinlemek adına sorular sormaya başladı. Genellikle kısa ama ters cevaplar veriyordum. Yine de hoşuna gitmiş olacak ki sohbet sürekli uzuyor ve sürekli sigara yakıyordu. İzin istediğinde akşam olmak üzereydi ayağa kalkıp yeni tanışan her komşu gibi tokalaşıp gülümsedi ve gitti. 
Kapıyı açtığımda karşımdaydı alkollüydü. Konuşmaya ihtiyacı olduğunu söylüyordu. Çizmelerini çıkaramadığı için yardım ediyordum ona. Sürekli neler yaptığını anlatıp duruyordu. Oda rezil bir halde olduğundan evin sadece bir yataktan oluşan diğer odasına aldım onu. Bira açıp servis ettikten sonra yanına oturdum. Sürekli bana buralardan gideceğinden,tabulardan, geçenlerde yaptığı Bangkok gezisinden bahsedip duruyordu. Bunların hiç biri umurumda değildi yüksek sesli kahkahalar attığında ağzına vermek istiyordum sadece. Sonra ağlamaya başladı, dinlemediğim için neden ağladığını da bilemiyordum. Saat epey geç olmuştu ve fazlaca içmiştim. Karşımda ağlayan bu kadın kimdi? Bu kadar yalnızlığın içinde daha az önce kendi kusmuğum ile boğulurken nasıl çıkagelmişti bilmiyordum. Ağlamasının kesilmesiyle tekrar gülümsemeye başladı. Gece güneşe bırakacaktı bir kaç saat sonra kendini. Kadın müsaade isteyip ayağa kalkmaya çalıştı sendeledi. Bende ayakta pek duramıyordum, yine de havada yakalayıp öpmeye başladım. Sahte hareketlerle engellemeye çalışsa da onu tekrar yatağa oturtup soymaya başladım. Çırılçıplaktı, ışıkları uzanarak söndürdüğümden olsa gerek farketmediğim bir şey vardı. Koku yayıldıkça regl olduğunun farkına varıyordum. Bu pis kan kokusu beni hem tahrik ediyor hem de git gide sertleşiyordum. Altımda inlerken o, sevişmek gözümde bir işkence hali alıyordu(Sanırım geçmişten kalan bir ilişkinin tadını arıyordum göğüslerinde.) altımda büyük bir hamam böceği vardı. Göğüslerini öpmeye başladığımda bir böceğin tüylü bacakları gibi midem bulanıyordu. Kadını saçlarından tutup domalttığımda ereksiyon olamıyordum. Nefret kusmak istercesine sert davranıyordum. Küfürler ediyordum ve kadın bunları umursamıyordu. Ereksiyon olamıyordum ama yine de kadının zevk aldığı her halinden belliydi. Oysa ben kadının önümde duran sırtına bir bıçak saplamak ve onu paramparamça etmek istiyordum. Bu halde bile zevk aldığı ortadaydı. Ağzımdan salyalar akıyordu ağlamak istiyordum ama güçlü durmalıyım diye telkin ediyordum kendimi. Kendimi bir hücrede gibi hissediyordum saniyeler içinde ayağa kalkıp üzerimi giydim. Kadın vazgeçtiğimi anladığında sahte bir şekilde 'yapmamalıyız' gibi cümleler kurmaya başladı. Oysa ben çoktan vazgeçmiştim bu durumdan ve siktir etmek istiyordum bir an önce evden. Ayağa kalkıp kilodunu giydi. Sonra pedini yerleştirdi, karşımda giyinen bir böcek vardı. Terlemişti ve regl kokusu midemi kaldırmıştı. Koşarak banyoya gittiğimde kusmaya başladım. Kapının sesini duydum bir ara. Bu sırada ben klozete sokmuş kafamı böğürüyordum sadece ve kapının kapanışıyla gözyaşlarıma salık vermiştim. Kafam kolzette sızmışım.

Bloodstain - 2 (Tamamı ile gerçek bir yalnızlık öyküsü)


Küvetin içine bir kez daha kusuyordum. Suyu açtığımda keskin bir soğuk sardı önce halime göre çok hızlı tepki verdi bedenim ayaklarımı kendime doğru çekip bir süre ısınmasını bekledim. Bir kaç haftadır ilk defa yaşadığımı hissediyordum. Su küveti temizledikçe kendime geliyordum. Ayağa kalkıp saçlarımı ıslattığımda yüzümden akan suyun sertçe çarpışını dinliyordum. 
İçeri de uzun zamandır çalmayan telefonumun çaldığını duyuyordum. Arayan kişi mutlaka bir müşteri olmalıydı (Bir iletişim şirketinde Kurumsal Müşteri Yöneticisi olarak çalışıyorum.) Çok sevdiğim Drowning Pool melodisini dinliyordum. Bulunduğum durum itibari ile sadece solistinin ölmüş olduğu geliyordu aklıma sürekli. 
Banyodan çıktığımda aynanın karşısında izledim bir süre kendimi. Çıplak omuzlarıma baktığım, tek tük tüylenen göğüslerime. Suratıma bakmaktan korkuyordum sanki suratıma baktığımda yerinde olmadığını görecekmişim hissine kapılmıştım. Korkum gitgide artıyor yere bakarak bornozumu arıyordum el yordamı ile.
Endişem artarken kapı çaldı. Bu anlık gürültü beni bulunduğum yerden sıçratmaya yetti heyecan içinde bornoza sarıldım. Kapı ikinci kez çaldı.

Bloodstain 1 (Gerçek bir yalnızlık öyküsü)


Uyandığımda hava kararmak üzereydi. İçim çoktan kararmıştı. Ayağa kalkmak istediğimde sol bacağımın olmadığı hissine kapıldım. Üzerime serdiğim pikeyi kaldırıp uzun uzun seyrettim sol bacağımı. Elimle kontrol ettim taşaklarıma kadar herhangi bir kopukluk yoktu sapasağlam ve yerindeydi. 
Toparlanmak istesem de sol bacağımı kıpırdatmak imkansız gibiydi. Sabahın kör saatlerinde içtiğim sekiz bira midemi alt üst etmiş, sürekli ağzıma acı suyu geliyordu. Midem magma gibi kaynıyor ve lav püskürtmek isteyen bir volkan gibi ağzıma doluyordu. Yardım isteyebileceğim herhangi biri yoktu bu soktuğum evde tam iki yıldır sebepsiz bir hüzün vardı ve artık ağzımın içi doluydu. Dün geceden bu yana hiçbir şey yememiştim. Birşeyler yemeyerek parayı elimde tutabileceğimi düşünüyordum. Kimileri cumartesi planlarına düşmüşken ben yemek yememekle iktisad yapabileceğimi düşünüyordum. Berbere gitmeyerek para mı harcamıyor soranlara da saçlarımı uzattığımı söylüyordum sebepsiz yere. 
Ayağa kalkmak için birilerine ihtiyacım vardı bu zamana kadar hissetmediğim yalnızlığımı az sonra kendi suratıma kusarak hissedecektim. 
O bahsettiğiniz sokaklarda ki kalabalık yalnızlıklar edebiyatından çok öte kendi suratıma kusuyordum ve yalnızlığın ne demek olduğunu suratımdan su gibi akan iğrenç kokulu şey anlatıyordu. 
Ayağa kalkmak için tekrar hamle yaptığımda yanımda ki sehpadan sürahiyi deviriyordum. Suyun akışını izliyordum kısa bir süre şişenin dibine vurup tekrar hızlı bir dalga gibi halıya yayılıyordu.
Başım sürekli dönüyor ve tanrı tarafından unutulduğumu hatta lanetlendiğimi düşünüyordum. Bacağım bana ait değilmiş gibi titremelerle sağa sola hareket ediyor bedenimden bağımsızlığını ilan etmiş bir kutlama yapıyordu sanki. Kalkmalıydım boğazım yandığı için ağzımdan pek nefes alamıyordum, burnum ise kusmuk dolmuştu biraz daha nefes alamazsam öleceğimi biliyordum. Bir kaç saniye içinde ölüm bir korku halini almış sürekli bu şekilde ölmek istemediğimi düşünüp engel olamadığım bir ağlama krizine giriyordum. 
Kollarım bedenimi kaldıramıyordu artık ve sert bir şekilde zemine vuruyordum kafamı. Öleceğimi biliyordum, ama bu şekilde olmamalı. Bir kaç gün sonra tutanakta annemin okuduğu şeyin kendi iç sularında ölmüş bir evlat olmaması gerekiyordu. Bunları düşünürken uyuya kaldım.
Uyandığımda gece yarısıydı sol bacağım yerindeydi ve bedenime yeniden saplanmıştı. Ayağa kalktım banyoya girip küvete elbiselerimle beraber yuvarlandım.

1 Saat Geriye Al Beni


Dün gece tüm Türkiye saatini 1 saat olmak üzere geri aldı. Aranızda bunu uygulamayan kaç insan var. Bence hiç! Almak zorunda bırakıldınız. Peki dün gece 04:00'te saatini geri almak ne kazandırdı?
Hiçbirşey.
Bir saat önce zaten oturmuş film izliyordun ya da osura osura uyuyordun. Şimdi saat tekrar 03:00 olsa ne değişecek hayatında. Yaptığın hataların bedellerini ödemiş mi olacaksın? Hayır madem ki birşeyler düzene girecek al 1 yıl geriye, 10 yıl al değiştir hayatını. Bir saat kime yetecek? 
Hadi dönelim bir saat öncesine araba kullanıyordum. Öyle gelişi güzel nereye gideceğimi bilmeden sürüyordum. Şimdi yeniden nereye gittiğinin önemi olmadan sürdüğüm arabanın bana yararı ne.
Almadım saatimi geri şu anda saat 16:30 ve zerre sikimde değil. 
Biliyorum sen şimdi bir saat daha fazla yaşarım umuduyla, bir saat daha fazla uyuyabileceğim hayaliyle huzurlusun... Ama bir saat önce de yoktun yanımda şimdi de yoksun.. Oysa bilmelisin ben değişiyorum...

Nihilist Delüzyon


Biliyorum artık yalnız öleceğim...
Herşeyi matematiğe döktüğüm gün biliyordum.
Değerini yitirmeye başlayınca anlam yükledikleriniz
Biliyordum...
Yere düşmüş bir reçel kavanozuyuz biz.
Şimdi yalasam kanar dilim.
Bu yüzden ben hala dilsizim ve ismini tekrar etmeyeceğim.
Doktor 'Nihilist Delüzyon' dedi...
Ya bak sonunda gittim ve öldüğümü anladılar.
Nasıl absürd bir acım var anlatsam gülersin...
Sol yanımda uyuyorlar mırıldanarak.

Duvar


Gecenin ardına düşen kırık bir kalp beslediğimi,
Çilingir sofralarında tüketilen yoğun bir anason kokuyor tenin.
Sıcak bir duş işte senin yerine koyduğum.
Kıçım başım belediyenin klorladığı, çamurlu su.
Bir oynak tahta masanın uçlarındayız,
Ayağıma kağıt sıkıştır ve beni dengele kadın.
Kadın beni dengele yoksa sıcak bir çay dökeceğim üstüme.
Tabağı tutamayacak ve leke yapacaksın düşümün üstüne.
Gözünü gözüme sokmadan birbirimize kelime oyunlarında sokuşturacağız.
Tıka basa sevda yüklü cümleler kuruyorum ki zerre umursuzsun.
Benim jilet kesiğidir dilim, bu yüzden kanlı söylemler ettim.
Ki sen benim kusuruma bakma kenar köşesinde hayatının
Bir gece yarısı ölü bulunurum.
Arafta kalırım senin kurguladığın din çıkmazlarında.
Sorgusuz sualsiz yakılırım.
Bir çekyatın iki ucunda sana söyleyecek onca cümleyle susuyorum.
Devrik bir aşk benimkisi, öznesi faili meçhul bir cinayetin kurbanı.
Adını vermedim onlara polis jopları çarpsın istemedim.
İçtiğim hapların tek tek patladığını hissediyorum,
Cesedimi hatırlamayacağın bir yere bırak.
Hatta az önce anlattığım düşüme.
Hiç şans vermediğin yarınlarına göm beni.
Çağnozunda dans ederken çingene kızları,
Ki en güzelisin hala...

Çok Acayip Yalnızlık Şiiri


Güneş sırtından attı şehri,Bir başka coğrafyanın üzerinde belirdi ki eminim;
O ülkelerde de ben gibi uykulu gözlerle bekleyenler var.
Zamanın sırtımızı tırnaklayığ kanattığı sessiz günler başladı.
Işıklarını yaktı şehir her yanı çepeçevre sardı ışık.
Bense camın kenarında bir başıma kaldım.
Yedek kulübesinde ağlamaklı Guiza gibiyim.
Kirli sakallarına düşen gözyaşlarını gel bana anlat
Zaten söylemişti üstad bir mahkeme salonunda.
Çok uğraştık biz hayatla
'Bu da mı gol değil, he? Bu da mı gol değil?''

Garip Sevinç


Referandum sona erdi... Sıkılıp oturuyordum az önce, içimde sebebini bilmediğim garip bir mutluluk tebelleş oldu. Sonucu duyar duymaz montumu alıp çıktım dışarı. Çevreme bakındım şöyle bir ortalık sessizdi. Esenyurt Belediyesi önüne koştuğumda benim gibi sağdan soldan koşan insanlar gördüm. Yüzlerinde mutluluk vardı. Stadın olduğu sokaktan bir taraftar grubu gelen grubu gördüm ellerinde evet yazan bayraklarla heyecan içinde tezahürat ediyorlardı. Hemen aralarına katıldım. Bir bayrağı alıp grubun arasına dahil oldum. Pilav dağıtılacağını duyunca halk ile beraber saldırdık belediyenin yan kapısına önce etli pilav ve ayran yedik beraber ardından araçlar konvoy halinde bulunduğumuz alana geldi. Bir fatih kamyonun arkasındayız şu anda. Ben evet ya da hayır demedim ama şu anda kimse bunu bilmiyor. Kamyon Beylikdüzü E-5 ten basa bas gidiyor. Yanımda ki adam silahını çıkardı ateş ediyor. 'Bende sıkıyım iki el ' didim. 'Gel' didi. Oraya koşuyorum şimdi...


Cebinde Şehir Unuttum

Ritmsiz bir kalp atışı bıraktın yatağımın baş ucuna,
Şehrin ıslak sokaklarında adımların kayboldu.
Gitmelerin en kötüsü bir daha buluşmak üzere terk etmek.
Yüzün yastığımda kaldı.
Tsunami; denizlerin kıyı hırsızlığı.
Ben cebinde şehri unuttum.
''Şehir sende kalsın, cebini yine getir üşümesin ellerim.''

Seni denize armağan ettim, mavi getir gelirken en çok. 

Önce Affet, Sonra Linç Et Beni

Haber bültenlerine göre yazdan kalma bir kış günü,
Küresel ısınmanın uçkuru çözüldü diyor bilim teknik ise. 
Aşkın beş liralık akbille benden nereye kadar kaçabileceğini biliyorum
Dışarıda güneşin sıcağına fazla dayanamaz ilk boğaz turuna atacaktır kendini 
Ve bitecektir akbili. 
Yöneticime statüyü belirleyen para değildir diyerek kovdurdum kendimi.
Lütfen yüce kralım affet!
Statünü insandan bile sayamadım senin.
Heh şimdi gönül rahatlığı ile linç et. 

Burası da Asfalt Değil Halilim...Gaz,Fren Pati Kıyamet!!!

Arabayı alıp pati ile kalktı...Lastiğin asfaltta bıraktığı siyah kalın izleri dikiz aynasından izleyerek Bayrampaşa sanayiden çıktı.Kral fm in beyaz ticareti girişimciliğini çocukluğundan beri destekler Afrikalı Ali'nin programlarında ki sürekli damardan sloganına takılır hayatı böyle yaşamaya çalışırdı...E-5 yan yolunu takip ederek Mahmutbey gişelerine kadar iki Ferdi Tayfur şarkısını çabucak enjekte edip ''olmasa idi derdimiz söyler miydi Ferdi abimiz'' tribine girdi. 
Yayın yeni başlamıştı.Bugün çarşamba ve istekler yoğundu. Hafta ortası sanayinin bütün dükkanlarında çekiç,tulum çalışma vardı.Anons öncesi kısa bir reklam yeli esti...Doğan hastanesi reklamının hayata yön verir jeneriğini dinlediğinde Dayısının fıtık ameliyatı olduğu gün canlandı gözünde.Kolonya şişeleri dizili bakkalların arasında dolandığı o iğrenç gün.Bütün sülalenin Halil fıtık ameliyatı olup diye hastaneye sürekli Burçaklı,Eyüp Sabri Tuncerli saldırılarını hatırladı.Hastanın dostu Eyüp Sabri Tuncerin keskin kokusu odayı kah sarmalıyıp kah bıraktı.
Ümit Besen'in İstanbulu ateşe verdiği aşk gecelerinin öğreln sıcağında ki kasveti ile Topkapı'ya daldı.Topkapı İmam Hatip Lisesinin çıkışına denk düşerim diyerek ara sokaklara kırdı.Sokağın başında duraladı, ardından sıkı bir pati bastırıp volume sonladı.Aklında fıtık ameliyatının tam nasıl olduğuna dair binlerce soru vardı? Sahi insanı fıtık eden şey uyuz insanlar mıydı?Dayısı görmüş geçirmiş adamdı sanırım bundandır diye iç geçirdi.Şarkı son nameleri vururken ''ilaç gibi'' diye buram buram ses yayıldı genç the imamların jöleli saçlarının parlattığı okul bahçesinde. 
Yavaşlayıp iki lastik izi bıraktı geçmişinin üstüne. Köprü yoluna girdi.Ali'de yayında İstanbul trafiği sohbetine arabesk bir hava katıyordu.Altta inceden keman sesi basılı fon müziğinin üstünde sürekli körpü yoğun akıcı diyen spikerin şuh sesi ah ulan 3. köprü sen gelmedin,beni kara topraklara sar diye bir melodi oluşturuyordu.Madem yoğunlaşma vardı sessiz dipten akıyordu kan gibi köprü damarına inmeli Anadolu'nun diyip. Yeni başlayan İbrahim Tatlıses resitalleri ile Allah Allah nidalarıyla karşıya geçti. 
Ümraniye tepede duruyordu griye bulanmış içinden ulan dur dayıyı alayım hem sorarsa seni dükkana götüreyim sıkılmışsındır diye bir yalan bulabildi sadece ve uygulamaya geçirdi.Ş.Dayı yazılı adres defterinden buldu.Ş yi düşündü bir süre şerife yengem mi dedi? Yok lan şerefsizliğini temsilendi o 'Ş' Fıtık ameliyatının ertesi günü eve geçip tüm sülale toplandığında sanayide dükkanı açtırıp dikmişti pazar günü onu oraya.Vazgeçti.
Şerefsizliğin o orta asyaya özgü dabrukalı sazlı arabesk tınıları değdi yüreğinin teline.Kim söylüyordu lan??? Sen Şerefsizzzz...Şerefsiizz..Ömer danış.
Ömer Danış-Şerefsiz Yaralı kaptan yazıp gönderdi 3252 ye Başına kral yazmadığı için kaderine lanet etti ama dayanamadı düzeltip tekrar yolladı. Kartal'ı geçerken mesajının alındısı düştü bir teşekkür metni ile gururlandı.Hakkı Bulut Anlamadın ahhh ahhh diye içlenmiş vurmuşken şiirinin dibine Kocaeli il sınırı dedi tabela. Mesajı yolladığından bu yana 20 dk geçmiş programın sonları için son istekler diye tutturmuştu Afrikalı.Ulan senin yaptığını Yozgatlı yapmaz diyerek içine düştüğü coğrafi ironisini iredeledi durdu. 
Sakarya dönüşünde program eyvallah diye sonlandı.Ortada ne Ömer Danış vardı ne de Şerefesizlere itafen bir şarkı.Afrikalı alinin tanıtım jingle ile yavaşladı ve durdu.Çevresine baktı buralar pek tanıdık gelmedi.Depoya baktı ışık yanıp sönüyor son demlerini oynuyordu.Hemen patiyi koyup dönmek istedi şekilli şekilsiz.Lastik mıcırda bir iki gıcık tutmuş gırtlak sesi verdi sonra sağ arkaya yattı.İstop edip çıktığında arka teker yardığını anladı. Damarı orta yerinde yırtılmış atmaz olmuştu. Asfalt değildi ya dünyanın her yolu...
''Alo Dayı ya eski kasa şahin vardı ya.Onu hallettim ben test ediyordum. Heh.Onu ben bu Sakarya Adapazarı yolu varya. Yok hani Gebzeden sonra.Ney.Dayı çizerim ulan.Kapama ırzığı sktiğim...ddııııttttt....Şerefsiz...''

Mc Donalds'ta Muameleyi Sevenler...

Meğer masalları seven çocuk yokmuş,herkesin aradığı derin bir uyku.
Nasıl düşünemedik uyurken yaşadığını gerçeklerin...
Zaten bilmeliydim yağmuru bunca seviyorum derken sokaklarda kimse kalmadığından.
Beni uyandırsın biri düşsel bir kırıklık hali bu içimde piçliği sereserpe sübyan.
Ya bomba düşerse Filistinli bir bebe üstüne uyku halinde? Parça tesirli rüya görmeyen Mc Donalds tabelası götlü obez çocukların suçu var mıdır ki? Bütün suç palyaço da bence bu kadar çirkin olmamalıydı.

İFTARDA YALNIZLIK TASAVVUFİ BİR KUTSANIŞ GİBİ

Alelacele kurduğum sofranın eksiklerini tamamladım, ucuz bezelyenin kabuk attığı tabağı izleyerek bir kaç isteksiz kaşık attım. Kırmızısı yeşili döndü durdu yarı soğuklu yarı sıcaklı tabakta. Beyaz perdeleri izlerken film arası yazısını bekledi meshanem baktım olacak gibi değil sessizliği hızlı adımlarla delerek geçtim. Dönüşte tabağı suya tutup makarna ve pilavdan kalanları birleştirdim. Ketçap sıktım içine. Bozulacağım diyen makarnanın acısını yedi önce pilav, ben her ikisini. Perdeye rüzgar çarptı biraz anladım. Aslında ruhum sıkıla sıkıla yamuk bir ketçap şişesi.

Hayat Bir Nefestir, Ağızdan Soluyunuz!

Dikkat ettiniz mi?
Genelde etmediğinizi bilerek yazmak zorunda kaldım bu yazıyı. Niçin dikkat etmediğinizi daha sonra ki açtığım bir notta geniş geniş çemkirecek ve sitem edeceğim. Siz belki dikkat etmediniz, ben ettim. Hepinizin yerine bugün dikkatler benden. 'Tüm bardaklar dolsuuunnnnn!!!' (Ekmek teknesi dizisinde muhabbet bağına girecek gönüllerin yakıtıdır çay.)
Birçok televizyon kanalında birbirinden farklı kaç dizi oynadığını biliyor musunuz? Peki en sevdiğiniz diziler hangisi? Bunların kaçının birbirine benzediğini biliyor musunuz? Vay arkadaş amma soru cümlesi kurdum. Sıkıcı bir yazı olmaması için merak uyandırıyorum. Aslında anlatacağım şey şu. Niye bu kadar askerin dahil olduğu dizi başladı? 
Dizilere 15 ay zorunlu askerlik mi getirildi? Nefes diye bir filmin gişe rekoru kırdığı dönemlerdeyiz. Ne oluyor hayırdır? Birileri düğmeye bastı. Kesin ergenekoncular, mason locasının işi, orduyu bitirecekler, islamcılara göz dağı veriliyor hadi bakalım komplo planları üretelim. Sizler bu komplo planlarını ürete durun ben filmden ve çeşitli dizilerden bazı örnekler vereceğim. Yazımın sonunda bu işi kimlerin planladığını neyin empoze edildiğini açıklayacağım merak eden varsa.
Nefes filmini aranızda bir çoğu gitti izledi. Adı üstünde nefes nefese bir filmdi. Filmin her durağan anında derin derin soluk alıp veren adamlar. Filmin VCD ya da DVD sini aldığınız da. Playerınıza Cd yi yerleştiriniz. Ekranı çalıştırmadan sadece sesleri dinleyiniz. Ardından bulduğunuz muhtelif bir adult (pornografik) cd yi koyun. Ayırt edemeyeceksiniz. (Arada 'fuck me' 'Yeaahh' gibi cümleleri duymamazlıktan geliniz.) 
Trt 1'de başlayan yeni dizi buram buram bir faşizm kokmuyor mu? Valla kokusu burnuma kadar geldi. Tam kıvamında bir faşizm. Mevsimi de gelmiş mis gibi. Dizi içinde en çok ilgimi çeken nokta 'Sakaryalı'. Bildiğiniz üzere Sakarya ülkemin en faşizan topluluklarının yaşadığı illerimizden biri. Hayır aynı zamanda Cem Uzan'da buralı değil miydi? Düşünsene Sakaryalı rolünde Cem Uzan. Kışla kantinini dolandırıyor, tim deki elemanlara pahalıya kontör satıyor. Her şey bir yana bir de dinci yönümüz var ki evlere şenlik 'Tek Türkiye' Hedef kitle ılımlı, çok ılımlı, soğuk, hararet yapmış her tür islamcı(!) kesime seslemek. Şırnak'ta vatani görevini yapmış biri olarak dizinin hiçbir şekilde oraya yansıtmadığını görüyorum. Bu zamana kadar askeri dansöz eşliğinde eğleniyorlar depremler bu yüzden oluyor diye suçlayan adamların bu sevgisi akıl almaz. ' Evlatlarım abdest alın sabah göreve çıkıyoruz' diyen komutan ile 'Len zibidilerin gidin son bir duş yapın son son, yarın belli olmaz keserler.' diyen komutan arasında ki farktır diziyi sahtekar kılan. Sizce hangi cümle gerçek?
Yazımın beni yazarken bile çok sıktığını düşünerek son vermeye karar verdiğim şu sonuç bölümünde. Size kimin bunu yaptığını açıklayacak idim. Ve açıklıyorum. Bunu siz yapıyorsunuz. Her gün faşizm içerikli videolar paylaşarak, vur, kır, parçala mantığını kendine yakıştıran bir dövüş köpeği haline gelen buna reyting verenler. 


Not: Bayılıyorum bir yazının sonuna not düşmeye. Yazının yetersizliğini, eksikliği, unutulmuşluğu gösterir notlar. Sevimsiz gelse de yazıdan uzun notlar gördüm ben.

Kırılacak...

Yazın sıcağı beyin hücrelerimi pişiriyor. Bütün hava durumu raporlarında yarın daha çok bunalım yaşayacağımızı söylüyor haber spikerleri. Alkol oranı yüksek öğlen aralarına son verdim sızmalara sebep olduğu için.Sana ayırdığım özenli dakikalardan çalıp gidecek promili yüksek ne varsa terk ettim.Anlam yüklemeye çalışırken yaşadığımız hayata kaybettiğimiz şeyin yarattığımız anlam olduğunun farkına varamadın.
Şimdi aynanın iki ucunda hiç görmediğimiz bizler oluverdik. Duyduğun hiçbir masala benzemediği için özür dilerim sevgilim. Balkonun soğuk demirlerine yaslanmış çıplak tenini özlediğimi sana söyleyemediğim için sen gittikten sonra parmaklıkları öpeceğim ben.
Yok oluşunu seyreden iki bezgin ruhun birbirine çarpan bu dalgın halinin peşine takılıp sokağa atacağım kendimi. İlk melodisi 9/8 vurur aşkın. Düğünlerin sonunu ağıtlarla bağlar köylü kadınlar. Bu sabah ayna da ben yoktum sevgilim. Benim yüzümün yansımasında gördüğüm gözyaşlarına boğulmuş bir çocuk vardı ölü köpeğinin ardında ağlayan. Ay sonunu bekleyen memur vardı imgelerimde sana aşk cümleleri kurarken. Yanlışın kutubunu ararken iklimlerini unuttuğum kadın ya sen söyle kutupsal bir itim gücü müdür seninde bu yaptığın?

Cehennem Simülasyonu

Yaşadıklarımın toplam bedeli huzursuzluğa eşit kılındığı şu günlerde herşey yoğunlaşma halinde. Birbirine zıt travmalarım kendi içinde oluştururken paradoxlarını tıkandım. Söylediğim her kelimenin ardında duyarsız bir hipopotam. İlerde bir yerde kaza var, biliyorum.
Teorik kuramlarımın anti-kinetik hali depresyonun dar sokaklarında sabah kahvaltısına davet ediyor beni. İstemsiz bir kahkaha atıyor Lucifer tanrının karşısında. Çarpık ilişkilerimin sakat çocuklarıdır umut. Yokluğun süresini uzatmaktan başka ne verdi ki? Takipsizlik kararı aldım kendime dair suç işlemiş geçmiş yanlarıma. Nasılsa yeşil değil midir mavinin karasal denklemi. Sıkılgan tavırlarım bir süre daha üstümde bahar rüzgarlarını uğurlarken sıcak iklime. Güneşi selamlayana dek buradayım. Şimdilik yoğunlaşana dek hayattayım.
(Not : Cem YILMAZ'ın Hokkabaz filminde ki yoğunlaştı kelimesinden yola çıkılmıştır.)

She's Lost Control

Gördüğüm herşeyin anlamlarını karıştırdığım oldu.
Geçici bir travma sanıp yanıldığım aşkların rengi yok.
Sorular sorup geçti önümden aşklar.
Yorgundum, gökyüzü üstüme çöktü.
Yıldızlar bulutlar ve sahte kahkalar arasında, kendi şarkım.
Bu benim çocukluğumda ki seslere benzemiyor.
Hiç kimse aynı şarkıyı söylemiyor.
Sanırım zamanı yitirdik koşuştururken.
Kavramlar artık beni endişelendirmiyor.
Tek korkum kontrolü yitirdik.
Evet, yitirdik.
Şimdi ne yesem pis kokuyor.
Midem alt üst ama biliyorum geçecek.
Sonra yeniden tutabilir miyiz geçmişi?
Evet, yitirdik.
Şimdi ne yesem pis kokuyor.
Midem alt üst ama biliyorum geçecek.
Sonra yeniden affede bilir misin beni? 
Ian Brown'a Joy Division 

Gerizekalılık Güncesi

Bir aptal olmaya karar verdim. Barda ki çocuğa sek bir denyoluk söyleyip DJ in çaldığı aptal şarkılara tempolu adımlarımla eşlik ederek sahnenin ortasına geldim. Ne güzel delirmek adını bilmediğim bir dilde aksak ritmli şarkılar dinleyerek.Gazoz kapaklarını atma diye uyardığım barmen ilk kapağı kenarı koydu bile soda kapağı ikilik iyi oldu bu.Şişman bir punkçı kız var yanıma yaklaşan sanırım zengin bir züppe olduğuma kanaat getirdi. Soda ile şampanyaya ayırt edemeyecek embesiller için müzik dahada hızlandı. Kendini tekrar eden vuruşlara kapılmış orospu bedenlere sürtünerek yaptığım bu dansın hiçbir anlamı yok. Işıkları yanıp sönerken sahnenin maviler bizim için gelsin. Keskin bir sidik kokusu yayılıyor logarı patladı ritmlerin. Köpük yağacak birazdan, kafamıza kapitalizm sıçacak biraz daha canlı, eller havada. Kapıda köy ekmeği getirmek yasaktır diyen güvenliğe kendini becerterek giren ara sokak gaylari oynuyor. Trans, gözleri kapalı yaşamak lazım hayatı, rümeli akmış bir kaç sarhoş kadınla yatmak dışında birazda solculuk oyunları. İçkimi tazele, renksiz bir kokteyl yap bana. Mat bir sarhoşluk istiyorum bu gece. Tuvalette ki keskin koku artıyor. Dans ederken işenmez diye uyarıyor sürekli akıl veren anneler. İçeride ki müzik sesi geçici duyu kaybına kalp çarpıntısına ve astıma sebep olabilir diye uyarı levhası asan kaç işletme vardır ki dünyada. Sigara yavaş ve ani bir gerizekalılığa sebep olabilir mi acaba? Ritmler kendini tekrarlıyor, müzik hızlanıyor, dansımız çok saçma. Delirmek için ne bekliyoruz hala?

Papa

Papa'nın ölüm haberini aldığımda çok üzülmüştüm aslında... Tanrı öldü sanmıştım... Meğersem bir tek bizim caminin imamına ağlayabilirmişim, annemin kurguladığı din çıkmazında...
Annemin temiz kalbiyle papa için El-Fatiha

Uçurtma


İnsanın çöplüğüdür mezarlıklar...Toplu mezarlar metan patlamasına müsait cansız bomba...


Sonsuz bir uçurumun ucunda bir yaşam hediye et...Kıyabilirsen ittir boşluğa...Yaşamımı avuçlarına versem piç edebilir misin bu kadar huzurlu... Düşlerini çaldılar çocukken...Sokak sokak aranıyorum geri getirebilmek için sana...İçine kendimden hatıralar serpiştereceğim yalan yanlış...Terli bir kaç sevişme...Belki de ölü bir bebek...Anne karnında kordonuna dolanmış başarısız bir hayat verme girişimi
Ne güzel şarkılar söylerdin boşluklara...Uçurumları dolduruyordu sesin...Diyaframına sürtünerek parçalanan bu ruhumun sahibi ilan ettim seni...Tapusuz bir aşk bizimkisi...Kaçmak lazım kalelerinden monotonlukların...Kapıları indi sarayın...Truva atı Veli Efendide Gazi yarışlarında...Bana çocukluğunu satarmısın?... Leblebi tozlu dudakların kaç para?


Karanlığa sakladığın ergenliğinde tüylenen bacaklarından nefret etmeni istemiyorum magdelena...Peygamber fahişesi, Tanrı devesi...Pamuk helva çubuğu al bana...Kırılan çocukluğuma sarayım çıtasını...Biliyorsun kaç kere düştüm ben senden sonra...Sanırım yetmeyecek bu çıta sen uçurtma sar bana...

Yalnız Başlıklı Kız

Yalnız başlıklı kız,
Ormanlardan geçiyor ruhumuz, karanlık, izbe, soğuk ormanlardan. İki karanlık orman arası bir sevda. Nasıl gidiyor yaşamak? Önünü görmediğin bir yarına merhaba diyor körlerin. Dilsiz bir kadınsın sen benim tasvirlediğim. Sessiz, dilsiz, sonsuz bir kadın. Bir şarkı besteledim sana. Chopin’den çalıntı notaları. Kimliği tespit edilemeyen bir cesettir sana olan duygularım. Kabarık saçların esiyor lodosuna kapılmış İstanbul’un. Mahyası oluyor Eminönü’nde Yeni Camii’nin. ‘Hoş geldin Yalnızlık Ayı’. Çürümüş et deposuna kaldırılıyorum. Selasız, hak talep etmeden, hakkımı alamadan, hak aranmadan. Yağmurlu bir günde öleceğiz biliyorum. Sen şimdi baharını yaşa mutluluğun, yağmurlu bir günde öleceğiz bizi uğurlayanlar hep azdır. Azınlık mutluluklarımız, azınlık güzel aşk hikayeleri. Diasporasız, aristokrasisiz kabullendiremeden varlığımızı, umursamaz bir cenaze töreni yapılacak adımıza.
Tabi ki aşklar oldu, yalanlarla dolu sahte insan yüzleri. Ben seni düşümün yağsız boyasız tualine çizdim. Ne tuailimde tek bir çizik, ne senin hayalini kirlettim. Sokaklardan geçiyor yalın ayak hayalin. Yağmurun ıslattığı kaldırımlarda yürüyor. Kalabalığın ıslanmaktan kaçıştığı geniş sokaklar, üşüyor tenim. Birkaç tutunamayan hikayesi değil bu içimde büyüyen, şehir efsaneleri uydurmuyorsa belleğim. Tapınak ilan ediyorum teninin sıcak coğrafyasını.
Dünü hatırlıyorum, seni ağlarken bırakıyordum. Geceleri kendine kaldığında, ne kadar buz kesiyordu parmak uçların. Unutulmaz saydığın onca aşk hikayesini buluyorum gardolabının köşelerinde. Ağlayan küçük seni buluyorum herkesten kaçan. Sevmediğin elbiselerin arasına attığın onca hikaye. Seni hatırlıyorum onları destanlaştıran. Anlattıkça büyüttüğün kıçı kırık adamlar. Kaç zaman geçti hiç bitmez sandığın birlikteliklerin isimlerini unuttuğun? Gülümsüyorsun yine de. Gülümsedikçe çocuk oluyorsun. Yanaklarında bir orkide açıyor. Ağladıkça sulanan binbir kır çiçeği büyüyor yanaklarında. Çiçekleri öpüyorum ben Beyoğlun’da bir çingene kadının elinden. Hiçbir masal kızına benzemiyor soluğun. Rapunzel olamıyorsun uzun dümdüz saçlarıyla, pamuk prensesi çok demode buluyorsun. Kırmızı bir başlık çaldım yalnızlığına. Kurdun kucağına bırakıp onu, koşup getirdim sana. Sepetimde sıcak çörekler. Sadece hayalini sahiplenebilmek için işlenmiş bir cinayetin faili meçhulüyüm şu anda. Sen hep hikayeyi herkesin blldiği gibi hatırla. Başlığın kana bulanmış rengini doğal san. 
Sen bilmeyeceksin. Soğuk bir iklim var buralarda. Her yanı beyaz bir örtü kaplamış. Kuşları yok bu kentin. Bu kent yarı ölü. Bu kent uykuda. Ölüm gibi bir şey gelecek kapıyı çalmadan. Sessizce girip içeri parçalayacak bedenimi. Bir hayvan saldırısı, paramparça teşhis edilemez bir ceset. Biliyorum cesetler görmek istemezsin, aşkla parçalanmış. Görmekten korktuğun ne çok şeyi gördün hatırla? Yalnızlık ölümün oluyor senin. Işıkları söndüğünde odanın duvarlarını örtüyorsun üstüne. Tuğlaların kırmızı tozlarına bulanıyor beyaz tenin. Buraya kar yağıyor, tenin düşüyor parça parça kahverengi toprağıma. Kar tanelerini öpüyorum, eriyor dudaklarımda. Benim yüzüm yok senin hatıralarında. Yüzümün yerine kocaman bir soru işareti saplıyorsun her yazdığım cümlenin ardından. Bir soru işareti saplıyorsun boynuma, kesiliyor şah damarı dünyanın. Karanlık her geçen gün. Her geçen günü geceye bağlıyoruz. Kaç gündüz uyanmak istemediğini hatırla. Güneşe düşman melankolik bir ordu kuruyorum dünyaya ele geçirmek için. Güneşi düşman ilan ettim. Ütopyamız ele geçirmek gündüzü. Teslim almak ve gecenin karanlığına saklamak yaşamı. Ütopyam içimde ki karanlığa prenses ilan etmek. Ütopyam mor ceket giydirmek güneşe.

Çıkış Yoksa! Ölelim!

Çıkış kapıları tutulmuş. her yanı silahlarla çevrili bu büyük plazanın delikleri silikonlanmış. Maskesiz çıkamaz olduk sokaklara. Hatırlıyor musun oksijen çadırımızı, ikimizin yaır ölü bedenlerinin yan yana gelişini? Hastanefaturası yüksek geldi diyerek atladığımız camı? Ayaklarımızın kırıldığı o yeşil bahçe. Beceriksizdik. Herkesin taptığına tapmamalıyız dediğin gün bıraktım sosisli sandviçe tapmayı. Tanrımızı amerikan salatası ilan ettiğinde karşı çıktı solcu duygularım. Büyük fast food dükkanlarının oyuncak dağıtan menülerinden yerdin sen hep. Büyükler için obezite. Dışarıda çelik yeleklerini giymiş bekliyorlar. Camdan kaçmak pek akıllıca değil söylüyorum sana yirmi altıncı katındayız binanın. Korkumun sebebi ölmek değil biliyorsun, bunu yaparsak bir kez daha ilan etmiş olacağız başarısızlığımızı. Bayrağını çekmiş olacağız yenilginin bir ahmak gibi.
Sessizliğin gittikçe artıyor biliyorum. Korkunun paçalarımıza işememize sebep olan yanlarını al bir kenarı at. Yenilmek kirli bir zehir düşmanımın elinden içtiğim. Artık bunu yapamam. En iyisi mi sen at kendini tek başıma daha rahat kurtulabilirim bu beladan. Ya da bekle bir sigara daha içelim seninle gelmeye karar vermeden önce. Çocuk olmayı dilermiydin yeniden. İkinci kattan yeniden kuma atlamayı maharet sayan iki aptal minyatür. Neyse sigaram bitti önden sen atla, ölüm daha centilmen yapıyor beni. Yirmi altıncı kattayız, her kat bir yıl gibi geçecektir son filmimizde ve ölüm sarılınca tenimize yenilgi cumhuriyeti ilan edeceğiz kimliksiz coğrafyamızı.

Derin Konçerto

Sustu, ritimsiz kalplerimiz. Eskisi gibi değil artık yüzlerimiz, gülümserken dişlerinin arasından çıkmaz oldu o pembe dilin. Diş etlerin çekilmeye başladığı günden bu yana mor ağzının içi. Kalpsiz doğdum ben devlet hastanesinde. Kalp nakli esnasında bir başkasının sevgilisi olarak transfer edildin.

Halka Açık Kalp Ameliyatı


Uyuduk sonra uyandık, son uyanıklık halimizin getirdiği uykulu halden sıyrılmak için uzun bir zaman beklememiz gerekti. Göz kapaklarımız gözümüze batana kadar, izledik birbirimizin izlerini hala sıcak olan.Sonsuzluk perde perde açıldı önümde. Gökyüzünde kokusuz bir meltem, içim mat. Şahlanırken mutsuzluk, son kalem kayıp
.

Yarı Açık Kalp Ameliyatı



Sana dair kurulmuş bütün cümlelerimin temeline dinamitler koyuyorum. Bu aşktan çıkış yok sevgili. Kapılarına duvar örülmüş kargaşalarımın rapsodisidir duyduğun ses. Elbette aşk kuyudan çekilmiştir. Tentürdiot kokan avuçlarıma dolan su, kimyası bozuk bir sevdanın temsilidir.

Bir garın soğuk duvarlarında ölü çocuk heykellerini koydum çantama. Filistinde eksik parçalı çocuk cesetleri. Küresel melankoli çağı başladı haberin oldumu bütün herkes bunu konuşuyor televizyonlarda. İklimleri çalabilecek kadar arsız bir Molier... Sahnen ne gariptir ki güldürmüyor ikimizide bu komedya. Sana aşık olmak her gece gittiğin barın sokağını unutmak, promili yüksek bir inanç. Tanrım emekliye ayrılıp balık sefasına düştü düşeli, rakıyı sek içerim. Akşam çocuk sesleriyle bozarım orucumu. Karşı sokağa taşınan bir travestinin ağdasız bacaklarından başlarım öpmeye yaşamı. Taşaklarında başka erkeklerden miras meni kokusu. Biliyor musun en çok yaşam paradoxudur insanın cinsiyetsiz yapan.

Dik rampaların sonunda ki yokuş aşağısı olmak için seviyorum seni. Yüzüne deniz meltemlerini al. Salınarak geçerken kaldırımları, bacaklarını okşarım rüzgarlarla. Dokunmadan sevişebilmektir aşk çoğu zaman. Bugün başka bir şehrin güneşi öpecek yanaklarını, şanslı poyrazlar sürtünerek yaşayacak sana. Gidiş-Dönüş tren biletim olacak elimde. Vagonlarında rüzgar taşıyan, güneşin yapıştığı demirlerinden okşayacağım. Teneke kargomu.

Hayali yarı açık hücre evi. Bu aşktan sağ çıkarmaya yetmeyecek teller arasından uzattığın kalbin...Telleri parçalayamadıkça makinistler. Bütün intiharların bir gün öncesidir görüş günü.

Belki de sevmek görüş gününden önce de ölebileceklerin ruhtan plaketleridir

Sert Düşüşler - VI

Pi…
Çözüm sandığın denklemlerinin, bilinmezliğinde kayboldun hep. Söylediğin bütün kuramlar yalanlandı işte. Kaç bilinmeyenli aşklar gelip geçti yatağından hatırlar mısın? Herkeste bir pay kokundan. Üstünde terli bir erkek cesedi paydan. Lucifer,koyun kılığında kurt a oyunlar düzerken kurban edildi bir bayram sabahı. Yaşlı cadılar bile güldü enayiliğine. Oysa sen değilmiydin sahte masallarına kanan şeytanların. Elsiz, ayaksız sevdaları sarmalamayıp ait sandın. Gözyaşlarından kendine pınarlar yaparak boğdun içinde ki çocuğu. Çığlıkları kulaklarını parçaladı. Bütün doğruları susturdu bu soğuk ölüm. Yalanlara aitlik kazandırdı, ruhunun ikametgahında. Vaftiz ediyorum şimdi sana seni anlatarak. Günahlarının boynuna geçirdiği bu ilmiği çözüyorum ince parmaklarımla. Dudaklarını öpüyorum saatlerce. Yanlış sevdalarında kirlenen dudaklarını kutsuyorum. Çocukken o çok sevdiğin kazağına sarmalıyorum seni. Çıplak tenin cehennemde bile üşüyor biliyorum. Dışarısı soğuk, küresel bir yok oluş bu yaşanılan. Televizyonda söyledi az önce spiker kadın, yüzünde yönetmenin menileri. Kar yağıyor dışarda, melekler parça parça dökülüyor sanıyorsun. Beyaz kanatları düşüyor, sokağa bakan pencerenin camına dökülüyor. Bir sokak kedisi beslemek istiyorsun hep. İçinde ki sen öyle söylüyor. Yağmurda bir apartman köşesine sığınmış yavru bir kedi. Sokak beslemek istiyorsun sen içindeki iyiler dilleniyor. Isınıyor bacakların. Sırtına düşen bir kar tanesini eritebiliyorsun artık. Bir şarkı mırıldanıyorsun titreyen dudaklarınla. Işığı sönmekte olan mabedinde mumun alevi titriyor. Eski bir romance. Dudaklarından yakalıyorum notaları. Kar beyazı dişlerinden öpüyorum. Mum alevinde iki gölge oluyoruz sadece… Vals.
Bu gece uyuma sakın. Düşlerini bırak satılığa çıkarsınlar. Soyutla kendini bedeninden. Bütün şekilleri inkar edelim. Odanın dört duvarından mezar taşı yapalım kimsesizler mezarlığında. Bırak iki gölge kalalım, torbacıların gezindiği karanlık kaldırımlarda. Elele şehrin ışıkları altında dolanan iki sahipsiz gölge. Sonsuz bir mutluluk ısmarla bana bu gece. Genlerimi çöz. Dinsiz bir gece paylaş benimle. Beni parçalarıma ayır sonra tekrar topla. Bırak sana bir düş vereyim. Uykuyu sevdireyim sana. Uzun uzun bak sadece bir kez daha geçmişine gölgenin karanlık gözleriyle. İki cesedimiz daha oldu geçmiş hikayelerimize ekle. Otopsi raporunda sonsuza erdiğimiz kanıtladı, bir bilir kişi o evde. Ölüm saati 3,14’te.




Bana cennet ısmarla,
Dini olmayan bir gece.
Kimliksiz bir sevişme.
Günahsız bir beden.
Fahişe bir ruh hediye et.
Bana düşlerini kirala.
Sonsuzluk getirdim sana.

Sert Düşüşler - V

Ellerin düşecekse soluğum tenindir… Yüzüm öpülesi… Herşeyi bana bırak sırtında ki bıçak dahil…
Gündüz yazılmaz bir intihar mektubu. Ölüm kalabalığı sevmez kendi ellerinden düşecekse. Bilirsin mezarları, senin için fazla… Yakılması için dua edersin cesedinin izin vermez ebeveynlerin çünkü yeryüzü değildir cehennemin… İntihara meyilli birkaç mektup yazdığın o köylü kızın ensest ilişkilerini duyduğun gece ki kadar… Kendini bir okyanus sandığın kadar her mevzu senin için fazla… Gözlerinde ki intikam duygusu… Klitorisin… Develüasyonlar… Sosyalizm… Ütopyan… Karşı dairede kendini asan kadın… Topuklarına kadar iğneli erkek arkadaşın… Led Zeplin… İlk reglinde yaşadığın korku… Ortadoğu da öldürülen bebek yüzleri… Kulağı kesik bir terörist… Devlet… Katilin soğuk yüzü… Babanın tacize kalkıştığı gece… Sonrası dayak… Yurtdışı hayallerin… Soğuk bir bira… Otobüste sürtünen liseli çocuk penisleri… Anarşi… İstanbul’da gece yarısı… Emprime hayatlar… Ekim’de sinema festivali… Roman Polanski… Faust… Mayıs Devrimi… Otopsi raporunda kalp krizi… Suratı taşla ezilmiş tinerci… Kokuşmuş bir barın tuvaletinde keskin bir sidik kokusu… Bob Dylan… Öldürülen taksici… Fransa moda devrimi… Ermeni soykırımı… Gay bir parti… Kokain çektiğin ilk gece… Üçüncü sayfadan bir töre cinayeti… Kadın hakları… Aile içi şiddet… Patronun bacaklarının arasında dolaşan elleri… Bekaretini verdiğin üflenti… Lezbiyen ev arkadaşın… Çeteler… Bir ermeni öldürüldü kaldırımın üstünde… Birinci sayfadan ekonomik kriz… Freud… Sex in the city… L.S.D… Biraz daha sert… Ma No War… Sadist erkek kardeşin… Paranoya… Paranoya… Derin… Deri… n… Paramparça bir intihar, sonra… Derin…



Sınırlarda yaşadın hep hayatını…
Zevkin, öfkenin, mutluluğun sınırlarında.
Sınırları aşıp anarşist olmaya karar aldın,
Beceriksiz bir militandın,
İlk günden mayına bastın.

Sert Düşüler - IV

Nedensiz akıp giderken perilerin avuçlarından günahları. Kabarık saçlarının arasında süzüldü elleri. Bir adam vardı silüeti bir atlas. Hangi yanından tutsan bir başka coğrafya. Sana ait iklimleri. Yağmur ormanlarında kaybettiğin çocukluğun. Düzlüğe çıkmaya çalışırken saplandığın bataklık, düştüğün cehennem çukuru. Magdelanam günahsız ruhunu paramparça böldüler dün gece, fahişe bedenini bir uçurumdan yuvarlarken küfürler vardı dillerinde. Yaşam dediğin bu paranoya bir ilmik geçirmişken beyaz boynuna, urganından öpüyorum seni. Ölüm ne güzel duruyor yanında. Oysa bilir misin kaç zaman ölüm korkusuyla yaşadım kenar köşe kaçarak? Taşa çarparken kemikleri sokak çocuklarının, serindir gece. Siyahı seçer yüreğin yinede.
Yastığının üstünde kalan saçlarından öpüyorum. Kokunla sevişiyorum ter içinde. Yokluğun gebe kalıyor işte, bir hiç doğuruyorsun dünyaya. Sen değil miydin? Doğrularına inanan dünyanın. Gerçeği bulduğunda parçalarcasına bedenini peşinden koşacak olan. Gerçeğin ne olduğunu anlatabildin mi kendine?
Şehir akıp gidiyor caddelerinden. Tünel’de bir cinayete şahit oluyorsun belki de. Yaşlı dilencinin dün gece tecavüze uğraması yeryüzünün mutlak adaleti midir?
Bir adam vardı silüeti yıkıntıların. Elmacık kemikleri çökük, varlığı koca bir enkaz. Hangi yanından tutsan kum tanecikleri. Avuç avuç hücre. Sana ait inançları. Tanrını kaybettiğin ergenliğin. Sevimli olmaya çalışırken kaybettiğin masumiyetin. Ne güzel gözlerin vardı senin. Boşlukta kayıp bir yakut. O namehrem içlerin. Kaç aşk hikayesi bıraktın cigara dumanlı odalarda? Ya ne kadar kan kaybetti masumiyetin, inançlarını yıkan o adamın elinde. Kayıp bir notasın lavtadan dağılan. Çingenin çağnozunda akşamüzeri. Çıplak ayaklı bir perisin sen göğsümde baş parmağın, raks ederken geçmişinin hayaletleri sen en kıvrak rakkasesin. Yalnız kaldığında yüzleştiğin kendinle kavgalar edip yenik ayrıldın defalarca. Güç bela dimdik tutmaya çalıştığın bacakların. Savaşlar gördün, bir yanında kayıp uzuvlar. Pearl harbor. Yeşil kırmızı kahverengi savaşın bayrağı işte. Denizlerde de savaşlar olmuş bilir misin? Gemi kıçlarında ölü tayfa. Kıçlarında barut tozu ve saçma. Kıçlarında yenilginin ayak izi.
Gülümserken hatırlıyorum seni, bir koltuğun üzerinde hayal gibi. Sesinde ölü masal kahramanları. Odanın duvarlarına çarpıyor kahkahaların., duyumsuyorum. Örsümde hala kaynayan tınıların. Cenneten yayılan o çıplak müzik sesi.


Yüzün hala aynı bilirim
İçinde can çekişen çocukluğun.
Yaşam katilidir bildiklerimin.
Sen ölme ne olursun.