Yalnız başlıklı kız,
Ormanlardan geçiyor ruhumuz, karanlık, izbe, soğuk ormanlardan. İki karanlık orman arası bir sevda. Nasıl gidiyor yaşamak? Önünü görmediğin bir yarına merhaba diyor körlerin. Dilsiz bir kadınsın sen benim tasvirlediğim. Sessiz, dilsiz, sonsuz bir kadın. Bir şarkı besteledim sana. Chopin’den çalıntı notaları. Kimliği tespit edilemeyen bir cesettir sana olan duygularım. Kabarık saçların esiyor lodosuna kapılmış İstanbul’un. Mahyası oluyor Eminönü’nde Yeni Camii’nin. ‘Hoş geldin Yalnızlık Ayı’. Çürümüş et deposuna kaldırılıyorum. Selasız, hak talep etmeden, hakkımı alamadan, hak aranmadan. Yağmurlu bir günde öleceğiz biliyorum. Sen şimdi baharını yaşa mutluluğun, yağmurlu bir günde öleceğiz bizi uğurlayanlar hep azdır. Azınlık mutluluklarımız, azınlık güzel aşk hikayeleri. Diasporasız, aristokrasisiz kabullendiremeden varlığımızı, umursamaz bir cenaze töreni yapılacak adımıza.
Tabi ki aşklar oldu, yalanlarla dolu sahte insan yüzleri. Ben seni düşümün yağsız boyasız tualine çizdim. Ne tuailimde tek bir çizik, ne senin hayalini kirlettim. Sokaklardan geçiyor yalın ayak hayalin. Yağmurun ıslattığı kaldırımlarda yürüyor. Kalabalığın ıslanmaktan kaçıştığı geniş sokaklar, üşüyor tenim. Birkaç tutunamayan hikayesi değil bu içimde büyüyen, şehir efsaneleri uydurmuyorsa belleğim. Tapınak ilan ediyorum teninin sıcak coğrafyasını.
Dünü hatırlıyorum, seni ağlarken bırakıyordum. Geceleri kendine kaldığında, ne kadar buz kesiyordu parmak uçların. Unutulmaz saydığın onca aşk hikayesini buluyorum gardolabının köşelerinde. Ağlayan küçük seni buluyorum herkesten kaçan. Sevmediğin elbiselerin arasına attığın onca hikaye. Seni hatırlıyorum onları destanlaştıran. Anlattıkça büyüttüğün kıçı kırık adamlar. Kaç zaman geçti hiç bitmez sandığın birlikteliklerin isimlerini unuttuğun? Gülümsüyorsun yine de. Gülümsedikçe çocuk oluyorsun. Yanaklarında bir orkide açıyor. Ağladıkça sulanan binbir kır çiçeği büyüyor yanaklarında. Çiçekleri öpüyorum ben Beyoğlun’da bir çingene kadının elinden. Hiçbir masal kızına benzemiyor soluğun. Rapunzel olamıyorsun uzun dümdüz saçlarıyla, pamuk prensesi çok demode buluyorsun. Kırmızı bir başlık çaldım yalnızlığına. Kurdun kucağına bırakıp onu, koşup getirdim sana. Sepetimde sıcak çörekler. Sadece hayalini sahiplenebilmek için işlenmiş bir cinayetin faili meçhulüyüm şu anda. Sen hep hikayeyi herkesin blldiği gibi hatırla. Başlığın kana bulanmış rengini doğal san.
Sen bilmeyeceksin. Soğuk bir iklim var buralarda. Her yanı beyaz bir örtü kaplamış. Kuşları yok bu kentin. Bu kent yarı ölü. Bu kent uykuda. Ölüm gibi bir şey gelecek kapıyı çalmadan. Sessizce girip içeri parçalayacak bedenimi. Bir hayvan saldırısı, paramparça teşhis edilemez bir ceset. Biliyorum cesetler görmek istemezsin, aşkla parçalanmış. Görmekten korktuğun ne çok şeyi gördün hatırla? Yalnızlık ölümün oluyor senin. Işıkları söndüğünde odanın duvarlarını örtüyorsun üstüne. Tuğlaların kırmızı tozlarına bulanıyor beyaz tenin. Buraya kar yağıyor, tenin düşüyor parça parça kahverengi toprağıma. Kar tanelerini öpüyorum, eriyor dudaklarımda. Benim yüzüm yok senin hatıralarında. Yüzümün yerine kocaman bir soru işareti saplıyorsun her yazdığım cümlenin ardından. Bir soru işareti saplıyorsun boynuma, kesiliyor şah damarı dünyanın. Karanlık her geçen gün. Her geçen günü geceye bağlıyoruz. Kaç gündüz uyanmak istemediğini hatırla. Güneşe düşman melankolik bir ordu kuruyorum dünyaya ele geçirmek için. Güneşi düşman ilan ettim. Ütopyamız ele geçirmek gündüzü. Teslim almak ve gecenin karanlığına saklamak yaşamı. Ütopyam içimde ki karanlığa prenses ilan etmek. Ütopyam mor ceket giydirmek güneşe.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder